Ocak’tan yetişen patron!

Çay ocağında çıraklık yaparak ticarete başladı. Bugün Türkiye'nin en büyük 100 zengini arasında. Gıda, inşaat ve perakende yatırımları göz kamaştırıyor…

Ocak’tan yetişen patron!
Türkiye'nin en büyük 100 zengini arasında 74'üncü sıralarda bulunan Aziz Torun, Bugün’den Perihan Çakıroğlu'na özel açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin en büyük 100 zengini arasında 74'üncü sırada bulunan Aziz Torun, Erzincan'dan ilk geldiğinde yaşayıp çalıştığı Eminönü ile tarihi yarımadanın bugünkü durumuna üzülüyor. Torun, "Bölge 24 saat yaşatılacak şekilde kentsel dönüşüm geçirmeli. İş, sadece yasayla olmaz, kamuoyu da sahip çıkmalı ve özel fonlar oluşturulmalı, destek verilmeli" diyor.
Hayatın kimlere ne fırsatlar sunacağı her zaman belli olmasa da Aziz Torun'un çocukluğundan itibaren izlediği yolda imkansızı başarmak için mücadele etme azmini takdir etmek gerekiyor. Onun bu azmini ilk keşfeden de babası Osman Torun oldu. Erzincan'ın Kemah'ından İstanbul'a gelip, Kuledibi'ndeki küçük bir handa çay ocağı işleten Baba Torun, oğlu Aziz'i ilkokul yaşına gelince yanına aldırdı. Hanın tavan arasındaki sığınağını da onunla paylaştı.

3.8 MİLYAR LİRALIK PORTFÖY
Bugün Türkiye'nin en büyük ilk 100 zengini arasında 74- 75'inci sıralara yükselen "mektepli işadamı" Aziz Torun ile "alaylı işadamı" kardeşi Mehmet Torun'ın öyküleri, "sıfırdan zirve"ye çıkma hayalleri kuran yeni girişimciler için önemli bir rehber oluşturuyor.
Gayrimenkul alanında 3.8 milyar liralık portföy değerine sahip olan Torunlar GYO'nun Başkanı Aziz Torun, başarılı iş serüveninde merdivenleri nasıl çıktığını anlatırken, özel sırlarını da bizlerle paylaştı. Boğaziçi kıyılarında yaptığımız bu söyleşiye Necip Fazıl Kısakürek'in Boğazı anlatan şiiriyle başladık, unutulmaz anılarla devam ettik.

BOĞAZ SEVDASINI ŞİİRLE SÜSLEDİ
-Aziz Bey, Paşabahçe'deki Tekel arazisini 355 milyon liraya aldınız. Orayı alırken neler düşündünüz?
"Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği
Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği
O İstanbul ki bi müsli bahadır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır
Ana gibi yar olmaz İstanbul gibi diyar
İstanbul İstanbul"
Evet, Necip Fazıl Kısakürek böyle söylüyor.
-Madem İstanbul şiiriyle başladık. İstanbul Boğazı'nda size ait neler var?
-Yeni satın aldığım Tekel'in Paşabahçe arazisi, onun yanında da Kandilli'de oturduğumuz yalı var.
-Kaç yaşından bu yana İstanbul'dasınız?
-Aslen Erzincanlıyım ama 8 yaşından beri buradayım. İstanbul'un en merkezi yerinde Kuledibi'ndeki Okçu Musa İlkokulu'ndan mezunum. Dolayısıyla İstanbul'un merkezinde yaşadık.
-İlk eviniz de Kuledibi'nde miydi?
-Evimiz diye bir şey yoktu. Karaköy'deki Fermeneciler'de Atıl Han'ın çatı arasında yaşıyorduk. Burası çatı katı bile değildi. Babam Osman Torun'un orada çay ocağı vardı. O hanın kapısı bile yoktu. 5 - 6 işyeri vardı. Biz de o hanın çatı arasında kalıyorduk. Annem köydeydi. Ben babamın yanına tek başıma hem okumaya hem de çalışmaya geldim. Kardeşlerim ise sonra geldi. İlkokula Oksu Musa'da başladım.
-İstanbul'a ilk gelişinizde neler hissettiniz? Denizi ilk burada mı gördünüz?
-Doğu'da ücra bir köyden gelip de trenden Haydarpaşa'da inince ilk arabayı da tabii ki denizi de ilk kez burada gördüm. Hani klasiktir, ellerinde tahta bavullarıyla Anadolu'dan ilk kez gelenler vardır ya, ben de öyle geldim işte. Çocuklukla birlikte, İstanbul'u bilmemenin acemilikleri vardı üzerimizde.
-İstanbul'un silueti tartışmaları var ki, gerçekten de bazı projeler doğal silueti bozuyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
-Hata yapmadan güzeli de yapmak mümkün değil. Bazı hatalar olur ama belli güzel şeyleri başarmak için hataları hoş örmek gerekiyor. İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi. Buraya çok güzel eserler kazandırmak gerekiyor.

İSTANBUL’A KAZANDIRILMALI
-Peki, İstanbul'da neler olmalı?
-Modern binalar da olmalı, kentin dokusunu yaşatacak şeyler de yapılmalı. Şu anda İstanbul'un tarihi yarımadasında Eminönü'nde hayatının 40 - 50 yılını geçiren birisi olarak yarımadanın korunması en mühim yerlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Kentsel dönüşümün asıl orada yapılması lazım.
-Kentsel dönüşüm yasası yakında çıkacak, bu yetmez mi?
-Sadece o yasayla olmaz. Tarihi yarımadaya bir fonksiyon verilmeli. Eminönü, gündüz sadece hanların olduğu, onlar da akşam kapanınca hayatın bittiği bir yer olmaktan çıkıp 24 saat yaşaması lazım. Eminönü'nde bilinmedik o kadar çok tarihi yapı var ki. Kapalıçarşı'nın devamı niteliğindeki yapılardır bunlar. Bunlar şu anda fonksiyon dışı kullanılıyor. Bunların İstanbul'a kazandırılması gerekiyor. Kamuoyunun sahip çıkmasıyla olacak, buna ciddi bir fon ayrılacak. Fonlar yanında ciddi bir yarışma açılması, uzmanların birtakım önerilerde bulunmaları gerekiyor. Belediye de birtakım çalışmalar yapıyor ama tıkandı. Sadece Kiptaş var. İki üç katı fiyat istiyor, tıkanıyor. Şu anda orası İstanbul'un en ucuz en değersiz yeri. Belki apart oteller, müzeler, yeni binalar yapılacak. Ona göre bir tasarım hazırlanacak.

İLK TİCARET DERSİNİ İZAK VERDİ
-İlkokulda zorlandınız mı?
-Okula başlama, o çevreye alışma, Musevi, Rum ve Ermeni arkadaşlar vardı. Aynı sırada yanımda bir çocuk otururdu. Adı İzak'tı. Silgilerimiz standarttı, birbirine benzerdi. Benim silgi sürekli kaybolurdu, sonradan anladım ki o arkadaş benim silgiyi alıp yine bana satıyormuş. Silgim kaybolunca, "Benim iki silgim var, istersen tekini sana satayım" diyor ben de para verip alıyorum.
-İlk ticaret dersini de İzak'dan aldınız öyle mi?
-Öyle sayılır. Kuledibi çok kozmopolit ve çok kültürlü bir yerdi. 1958'den 1962'ye kadar orada kaldık. Ondan sonra annem, kardeşlerim gelince Mercan ve Tahtakale'ye geçtik. Babam da kahvecilikten bakkal dükkanına terfi etmiş oldu. Asıl hayatın olduğu, çok canlı bir yerdi Mercan. Babamın bir ortağı vardı. İki yıl babam çalışıyor, para kazanıyor sonra Erzincan'a köyüne gidiyordu. O gelince bu kez ortağı aynı şeyi yapıyordu. Buna gurbetçilik deniliyordu.
-Sizin gurbetçiler çok akıllı bir sistem kurmuşlar. Peki, siz o sıralar neler yapıyordunuz?
-Böyle akıllı bir düzen kurmuşlardı. Ben de her sabah dükkana gidiyordum. Saat sabah 9'a kadar çayları dağıtıyordum, sonra da koştura koştura okula gidiyordum.
-Tahsil hayatınızda hangi noktaya kadar okuyabildiniz?
-Liseyi Çarşamba'daki İmam Hatip'te okudum. Daha sonra da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldum. Mercan'daki bakkal dükkanının hemen yakınındaydı. Öğlen dersten çıkıp koşa koşa servise yetişiyordum.

4+4+4 SİSTEMİNİ DENEMEKTE FAYDA VAR
-Siz, İmam Hatip'te okuyup İktisat Fakültesi'nden mezun olmuşsunuz. O zaman yeni getirilen "4+4+4" eğitim sistemi hakkında neler düşünüyorsunuz?
-Daha evvel 5+3'tü. Uzattıkları için 4+4+4 oldu. Çocukların küçük yaşta tercih edecekleri okullara gitmesi doğal bir şey bence. Eskiden de öyleydi. 5 yıllık ilkokulu bitirenlerden konservatuara giden de vardı, başka okullara giden de vardı. Biraz daha gelecekte seçecekleri mesleğin ön ara dönemi. Böyle bir dönemin olmasının yanlış olduğunu düşünmüyorum.
-Sistemin fayda ve zararlarını nasıl görüyorsunuz?
-Faydaları vardır. Kesintisiz 8 yıl, yabancı dille eğitim veren okulları da olumsuz etkilemişti. Çünkü, çocuklar 8 yıldan sonra yabancı dille eğitim veren okullara gidebiliyordu. Oysa, 5 + 3 veya 4'den sonra giderlerse o eğitime yönlenmiş olacak. 8 yılı da 12 yıllık eğitime çıkarmış oluyorlar. Türkiye'de çok eğitim sistemi değiştirdik. Böyle okunmasında ne mahzur olabilir, onu da görmek lazım.

UZAKDOĞU’DAN PİRİNÇ GETİRDİK HALK ‘KIL PİRİNÇ’ DİYE ALMADI

-İş hayatında yarım asrı aşmışsınız. Bu süre içinde sermaye birikimini nasıl sağladınız?
-Bakkallıktan itibaren başarıya odaklanmışız. Sonrasında toptancılık, onu yaparken ithalat bizim mesleğimizde dönüm noktasıdır.
-Neler ithal ediyordunuz?
-İlk ithal pirinci biz getirdik. Birçok firmaya distribütörlük yapıyorduk. Mesela Alo deterjan firması bizi Uzakdoğu'ya gönderdi. Oranın en önemli ürünü pirinçti. 'Acaba Türkiye'ye getirebilir miyiz?' dedik, finans kurumlarına gidip işin o tarafını çözdük. Gittik Tayland'da bir ay kaldık. Sonunda da gemilerle getirdik. Yıl 1989'du. Ne yazık ki, Türk halkı o pirinci, 'kıl pirinç' diye satın almadı. Onun için tecrübe çok önemli.
-Satamadığınız o pirinçleri ne yaptınız?
-O pirinçleri sonra promosyonla sattık. Biz Unilever'in distribütörüydük. Sana Yağı ile promosyon yaptık. "5 paket yağ alana yarım kilo pirinç bedava" kampanyası yaptık, çok sattı. 1500 tondu, bir ton daha aldılar. Stoklar eridi. Bir kısmını da Irak'a ihraç ettik. Pirinç orada çok tutuldu. Sonra gittik, önce ithalat yapıp transit ihracat yaparak zararla başladığımız işi kara çevirdik. Bu da bize transit ticareti öğretmiş oldu. O tecrübe ile şirketleştik.

5 AVM İLE PERAKENDE YATIRIMCISI OLDUK
-Bugüne geldiğimizde kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? Firma olarak hangi noktaya geldiniz?
-İki ana işkolu olarak gıda ve gayrimenkul sektöründeyiz. Biz, tabii ki gayrimenkul işimizi çok geniş tutuyoruz. Alışveriş Merkezi yani AVM yatırımcısıyız. AVM yatırımcısı olmak aynı zamanda perakende yatırımcısı olmayı da getiriyor.
-Şu ana kadar kaç AVM yaptınız?
-5 AVM var. Bursa Korupark, Zafer Plaza, Torium, Antalya Deepo ve Ankara'daki Anka Mall'ın büyük ortağıyız. Tabii ki Mall of İstanbul var. 2013'ün sonunda açılacak Türkiye'nin en büyük alışveriş merkezi olacak. Temmuz'da Samsun'da da bir iş merkezimiz açılacak.

PAŞABAHÇE'DEKİ PROJE İLERİDE TARİHİ ESER OLMALI
-Paşabahçe'de 355 milyon liraya Tekel arazisini aldınız. Oraya tam olarak ne yapacaksınız? Herhalde AVM yapmayacaksınız değil mi?
-Herhalde en son yapacağımız şey AVM olur. Onun için o konularda nereye ne yapılacağı konusunda öngörülerimiz hiç fena değildir. Ali Sami Yen'in arazisine de AVM yapacağımız zannediliyordu. Hiç öyle bir şey düşünmedik. Bitince herkes buraya yakışan çok güzel proje olduğunu söyleyecek. İnşallah Paşabahçe'ye de tapuyu aldıktan sonra İstanbul'un Boğaz'ın güzelliğine yakışan bir proje yapacağız.
-Yapacağınız projenin yıllar sonra 'tarihi bir proje' olarak anılmasını planlıyor musunuz?
-Elbette düşünülebilir. Sahile 15 metre yakınlığı olan bir yerdir orası. Tarihi bir özelliğinin de olmasını hayal ederim. Yani, çok modern bir bina değil, daha tarihi çizgileri, hatları olan bir proje olmasını arzu ederim. Ama, mimarlar çalışınca nasıl bir proje getirecekler, 'Bu da güzel olmuş' dedirtebilirler.

ZENGİN LİGİNDE OLMAK BANA ZARAR VERİYOR
-Zenginler sıralamasına girdiniz. Kendinizi zengin sayıyor musunuz?
-Ben hiç o sıralamalara bakmıyorum. Birileri bizi koyuyor sıralara. Aşağılara indiriyorlar, yukarılara çıkarıyorlar. Bu sıralamaya girmenin bana şöyle bir zararı oluyor; Bizim çocuklar o sıralamayı görünce 'Bak ne kadar zenginmişsin onu da alalım, bunu da yapalım' diyorlar.
-Zengin sınıfına girmekten memnun değil misiniz?
-Birincisi o sıralamaya girmek benim için hedef değil. Bana kazandırdığı bir statü değil. Ben standart bir insanım, hayatımı da öyle devam ettiriyorum. Bu standardımı da değiştireyim, bu kadar param varmış, yurt dışında bir şey alayım gibi beklentileri olan bir insan değilim. Hayatım her zaman aynen devam ediyor.

Anahtar Kelimeler: Gıda Vitrini, Gıda, Vitrin, Tarım, GDO, Gıda Güvenliği, Alo 174, Sağlıklı Gıda, Beslenme, Yemek, Baklava, Restoran, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Mehmet Mehdi Eker

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner50

banner52