GDO tacirleri sınır tanımıyor!

Sağlığına önem veren toplumlar önce ABD’den uzak durmalılar. Zira GDO pazarının dünya lideri bu ülkedir.

GDO tacirleri sınır tanımıyor!
Sağlığına önem veren toplumlar önce ABD’den uzak durmalılar. Zira GDO pazarının dünya lideri bu ülkedir. Üretim hacmi bakımından arkasından gelen Arjantin, Kanada ve Brezilya ile birlikte bu sağlıksız ürünlere verdikleri destek ve AB ülkeleri ile yasal düzenlemeler açısından önemli farkları izlenmeye değerdir. Bahsi geçen ülkelerden Brezilya hariç etiketlemeyi serbest bırakmış durumdalar. Üretici etikette GDO kullandığını isterse belirtiyor, istemezse belirtmiyor. Zorunlu olmadığı halde GDO kullandığını belirtecek kadar saf üretici bulunamayacağından, belirtilmiyor diyebiliriz. AB ülkelerinde ise yüzde 0.9 oranından fazla GDO içeren ürün paketlerinin üzerinde, görünür şekilde GDO içerdiği yazılmak zorundadır. Şimdi ortaya konan bu tabloda acaba hangi tarafta yer almalıyız?
BİANET ABD’NİN GDO POLİTİKASINI GÖZLER ÖNÜNE SERDİ

2010 yılında yürürlüğe giren Biyogüvenlik yasamıza göre GDO’lu ürünlerin ülkeye girişi kontrol altına alındı. Ancak ne kadar yasaklandığına karar vermek zor. Bize not vermeye meraklı dostumuz ABD’li bürokratlar, bu yasanın ağır olduğunu ve yumuşatılmasını istiyorlar. AB yetkilileri ise yumuşak ve çok yetersiz buluyorlar. İşte 2011 AB İlerleme Raporu’ndaki ifade: “GDO konusunda mevzuat çıkarılmıştır, ancak bu mevzuat AB müktesebatıyla uyumlu değildir.” Yani birbiriyle bu kadar tezat oluşturan iki görüş arasında sıkışmış durumdayız. ABD’nin kendi çıkarları söz konusu olduğunda ne kadar etik dışı çalışmalara imza attığına dair her gün yeni belgeler ortaya çıkmaktadır. Haber sitesi Bianet, Amerikalı diplomatların yazışmalarını yayımlayan Wikileaks belgelerini inceleyerek, ABD’nin Türkiye ve diğer ülkelerde yürüttüğü “GDO sağlığa zararlı değildir” politikasını gözler önüne serdi. 2005 yılı Şubat ayında ABD Büyükelçisi Edelman’ın Ankara’dan kaleme aldığı belgede, “Yıllık 1 milyar doların üzerinde GDO’lu ürün sattıkları Türkiye’de gazetecilerden bilim insanlarına, hükümet yetkililerinden çiftçilere kadar her kesime, genetiği ile oynanmış ürünlerin sağlığa zararlı olmadığını söyleyen Amerikalı uzmanlar tarafından “bilinçlendirme çalışmaları” düzenlendiği belirtilmektedir. Aynı belgede “Türklerin bilimsellikten uzak olduğu” ve gönderilen mısır, soya fasulyesi, soya küspesi, bitkisel yağ ve pamuğun büyük kısmının GDO’lu olduğu belirtiliyor. Hadi, biz Amerikalının bizler için uygun bulduğu sıfatı biraz yumuşatalım ve “sağlığımıza önem vermiyoruz” diyelim. Peki, tepkisiz oluşumuza ne demeli?
GDO’LU ÜRÜN SATAN CARGILL VE MONSANTO TÜRKİYE’DE İŞ BAŞINDA
1865 yılında ABD’de kurulan Cargill şirketi çevreyi kirleten fabrikaları, genetiği değiştirilmiş mısır ve nişasta bazlı şeker üretimi ve ithalatı ile ün salmış bir kurumdur. Ülkemizde ürettiği nişasta bazlı tatlandırıcıyı satamasa çalışmasına devam edebilir mi? Üstelik sağlık açısından alternatifi şeker pancarından üretilmiş şekerdir ve Anadolu şartlarında yetişen milli ürünümüzdür. Sağladığı katma değerle, gayri safi milli hasılayı zenginleştirir. Tarımın yapıldığı bölgelerde çiftçiyi toprağa bağlayarak, köyden kente göçü engeller. 1 dekarında 10 işgücü istihdam sağlar. Demek ki Amerikalının gönlünü almak yerine sağlıklı beslenmenin ve sağlıklı ekonominin yolunu açabiliriz. Mademki birileri bizim yerimize daha ucuz ama suni tatlandırıcı olan ‘mısır şurubu’nu seçmiş, gazozdan bisküvi ve çikolataya kadar birçok üründe kullanmakta, hiç olmazsa ambalaj üzerinde belirtsinler. Pancar şekeri kullananlar ise ambalaj üzerine bu doğal ürünü kullandıklarını bant atarak büyükçe göstersinler. O zaman görelim bakalım; gelişme çağındaki çocuklarımızın aldığı besinlerin ham maddesindeki bu önemli tercih hala eskisi gibi mi devam edecek? Dünyadaki GDO tohumlarının yüzde 90 pazar payını elinde bulunduran ABD şirketi Monsanto, 1996 yılından beri ülkemize yerleşmiş durumdadır. Bütün dünyada ücretsiz GDO’lu tohum dağıtma konusunda çok hünerliler. Üniversitelerde araştırma çalışmalarına sponsor olmakta başarılılar. Şimdi GDO ile savaşmak isteyen ülkelerin yasalar dışında böyle bir şirketten uzak durmaları da gerekmez mi? İnternette kısa bir gezintiden sonra bu topraklarda nasıl organize çalıştıklarını izleyebilirsiniz.
GDO’LU 13 MISIR YEM OLARAK HAYVANLARA YEDİRİLECEK
Biyogüvenlik Kurulu, 2011’in son günlerinde GDO’lu 13 mısırın daha yem amaçlı ithalatına izin verdi. Şimdi o 13 mısır çeşidi yem olarak tavuğa, danaya, ineğe yedirilecek. Peki, bu hayvanlardan elde edilen sütü, eti, peyniri, yumurtayı, yoğurdu kim yiyecek? Elbette biz ve çocuklarımız. Sayın Bakan’ın “GDO sadece hayvanlara zarar verir” beyanı kendi Bilim Kurulu’nun raporuyla bile çelişmektedir. İşte o rapordan bazı ifadeler: “İtalya’da 2006 yılında yapılan bir araştırmada marketlerden elde edilen süt örneklerinde genetiği değişmiş yemlere ait DNA’ya rastlandığı bildirilmiştir. Kanada’da 2011 yılında yapılan bir çalışmada ise hamile olmayan ve hamile olan kadınlar ile fetüslerinde GNY AV1 toksinine rastlandığı bildirilmiştir.” Biyogüvenlik Kanunu’na göre, GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edilen gıdalarda etiketleme zorunluluğu da bulunmuyor. Ayrıca girişine hayvan yemi olarak izin verilen bu mısırların, gıda amaçlı veya nişasta bazlı tatlandırıcı yapımında kullanımı nasıl engellenecektir? Kayıt dışının bunca yoğunluğu yanında, denetimlerin yetersiz olduğu ülkemizde bu ürünlerin yem sektörü ile sınırlı tutulması çok zordur ve en önemli risk de budur. Kurul Başkanı; 42 çeşit GDO’lu kolza, patates, soya ve mısırın izin için beklediği müjdesini de veriyor.
İyi ki yasamız var, bir de olmasaydı ne yapardık acaba?
Ercüment Tunçalp - Retail News

Anahtar Kelimeler: Gıda Vitrini, Gıda, Vitrin, Tarım, GDO, Gıda Güvenliği, Alo 174, Sağlıklı Gıda, Beslenme, Yemek, Baklava, Restoran, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Mehmet Mehdi Eker

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner50

banner52