Dalgalanan G20'den halkların gıda egemenliğine

G20, son 5 yılda bütün dünyadaki gıda fiyatlarının iki katına çıkmasını, on binlerce insanın açlıktan ölmesini ve yaşanan ayaklanmaları, fiyat dalgalanmasına bağlıyor.

Dalgalanan G20'den halkların gıda egemenliğine
G20 ülkeleri tarım bakanları son yıllarda artan gıda fiyatlarını masaya yatırmak amacıyla 22-23 Haziran tarihlerinde Paris’te gıda güvenliği temalı bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı sonunda hazırlanan eylem planında şu maddeler yer aldı: 1) Tarımsal üretimin ve verimliliğin arttırılması; 2) Piyasa şeffaflığının arttırılması; 3) Uluslararası piyasalarda güvenin geliştirilmesi için uluslararası politikaların koordinasyonu; 4) Gıda fiyatlarındaki dalgalanmalardan kaynaklanan riski yönetebilecek araçların geliştirilmesi; 5) Tarımsal emtia türev piyasalarının işleyişinin geliştirilmesi. Son 5 yılda gıda fiyatlarının 2 katına çıkmasını, on binlerce insanın açlıktan ölmesini ve yaşanan ayaklanmaları G20 fiyat dalgalanmasına bağlıyor.

Peki gerçekten gıda fiyatlarında dalgalanma var mı?

FAO’nun rakamlarına göre 1990-2003 yılları arasında oldukça durağan seyreden reel gıda fiyat endeksi, 2003’ten itibaren istikrarlı bir tırmanışa geçiyor. 2003’ten 2011 Mayıs ayına kadar reel bazda gıdada % 110, hububatta % 130, şekerde % 228 fiyat artışı gerçekleşmiş. Volatilite savına temel oluşturan tek düzensizlik 2008’de yaşanan ani yükseliş. Ancak 2008 yılı bir dalgalanmadan ziyade, tekil bir aykırılık olarak görünüyor. 2008’i tablodan çıkartacak olursak ortaya, son derece düzenli ivmelenen bir fiyat eğrisi çıkıyor. Bunun adı volatilite değil, krizdir.

Agro-yakıtlar ve gıda krizi

Gıda fiyatlarının artış trendine girmesiyle çevre dostu denen agro-yakıtların (bu tarımsal temelli yakıtlardan söz ederken pozitif algı yaratan ama yanlış bir ifade olan ‘biyo’ takısından kaçınmak gerekiyor) üretim patlaması paralel gidiyor.

Bu yakıtların çevre dostu olarak görülmesinin temelinde, yanarken saldıkları karbondioksidin yakıtın elde edildiği ürünün tarladayken emdiği karbondioksitle dengelendiği varsayımı yatıyor. Bu hesapla, atmosfere net sera gazı salımı sıfırlanıyor. Oysa bu, büyük bir kandırmaca: Agro-yakıt üretimi daha önceden bitki örtüsüne sahip olmayan arazilerde değil, tarımsal üretim yapılan arazilerde gerçekleştirildiği için orada karbondioksit emen bir bitki örtüsü zaten mevcut. Fırsat maliyeti hesabının agro-yakıtların sera gazı salımında kullanılmaması şaşırtıcı. Bu durum, ABD ve AB’ye sera gazı salımlarını kâğıt üzerinde azaltma fırsatı sunarak agro-yakıtlara sübvansiyon uygulanmasına yol açtı. Bu sübvansiyonlar, her geçen yıl daha fazla tarım arazisinin gıdadan yakıt üretimine kaydırılmasıyla yıkıcı sonuçlar doğurdu. Dünya Bankası’nın, Nisan 2008’de ekonomist Donald Mitchell’a hazırlattığı ancak kamuoyundan gizlediği bir rapor, yükselen petrol fiyatları, devletlerin yasal taahhütleri ve sübvansiyonlar neticesinde hızla artan agro-yakıt üretiminin, gıda fiyatlarındaki toplam artış oranının % 75’inden sorumlu olduğunu ortaya koyuyor.

G20: Çözümün çözümsüzlüğü

Agro-yakıt sorununu görmek istemeyen G20’nin, gıda fiyatlarının istikrarlı artışı algı yönetimi çerçevesinde ‘gıda krizi’ olarak değil de ‘gıda fiyatlarındaki volatilite’ olarak tanımlaması, bu tanımın kendi tedavi mekanizmasını dayatmasına yol açıyor. Böylece eylem planının 5 maddesinin 4’ü piyasa mekanizmalarına odaklanıyor. İnsanların gıdanın üretim, paylaşım ve erişimine dair yaşadığı son derece somut bir kriz yerini, finansal enstrümanlara ve türev piyasaların tamir edilebilir kusurlarına bırakıyor. Eylem planının diğer maddesini oluşturan üretim ve verimlilik artışı konusunda ise G20 yeni teknolojileri daha fazla kullanmasına vurgu yaparken GDO lobisinin öncü kuruluşları olan CGIAR ve GFAR’ın çalışmalarına destek olacaklarını açıklayarak bu konudaki niyetini belli ediyor.

İçerdikleri birçok sorunun yanında, GDO’ların yaygınlaşması, şirket tarımının daha da geniş küçük üretici kitlelerine nüfuz etmesine yol açıyor. Geçimlik üretimden monokültüre dönen, petrole bağımlılık nedeniyle girdi maliyetleri artarken tarım şirketlerine bağımlılık nedeniyle gelirleri artamayan küçük çiftçiler ise iyice kırılganlaştıkları bu yapı içerisinde gıda fiyatlarındaki % 100’ü aşan artışla baş edemez hale gelerek açlık ve ölümle yüz yüze kalıyorlar.

Nyeleni 2011: Avrupa Gıda Egemenliği Forumu

Son 50 yılda, dünyada üretilen kişi başı gıda miktarı sürekli artarken açlık çeken insan sayısı hiç azalmadı. Dünyada ilk kez obez sayısı, açlık çekenleri geçti. Bu, gıda krizinin bir üretim ve verimlilik değil, paylaşım meselesi olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyor. Mevcut krizin çözümü, soruna bütüncül bir bakış getirmekle mümkün olabilir. Bu bakışı ise gıda egemenliği kavramı sunuyor bize. Gıda egemenliği, insanların ekolojik ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen, sağlıklı ve kültürel açıdan uygun gıdaya erişim hakkı olarak tanımlanıyor. İlk kez 1996 yılında dünya küçük çiftçilerinin örgütü La Via Campesina’nın ortaya attığı bu kavram, gıda sisteminin merkezine piyasalar ve şirketleri değil, gıdayı üreten, dağıtan ve tüketenleri yerleştiriyor. Gıda egemenliğinin üç önemli sacayağı var: Başta küçük üreticiler ve ihtiyaç sahipleri olmak üzere insan odaklılık; gerek bilgi ve beceride gerekse üretim-tüketim süreçlerinde yerele vurgu ve agroekolojik prensipler temelinde doğayı alt edilmesi gereken bir kaynak değil, parçası olduğumuz bir varlık olarak gören üretim yöntemleri.

Yakında Avrupa, bu ilkelerin ve yaşanan krizin detaylı olarak tartışılacağı geniş çaplı bir toplantıya tanıklık edecek: 16-21 Ağustos tarihlerinde Avusturya’nın Krems şehri, La Via Campesina Avrupa Koordinasyonu önderliğinde düzenlenen Nyeleni 2011 Avrupa Gıda Egemenliği Forumu’na ev sahipliği yapacak. Amaç, gıda egemenliği konusunda ortak bir hareket oluşturmak. Üretici, tüketici ve akademisyenlerden geniş bir katılımın beklendiği forumun Türkiye delegasyonunun koordinasyonunu Çiftçi-SEN ve Tohum İzi Derneği üstleniyor. Nyeleni 2011 hakkında daha ayrıntılı bilgiye www.nyeleni2011.net adresinden ulaşılabilir.

Siz de gıdaya dair mevcut paradigmanın artık çözüm üretemez hale geldiğini düşünüyorsanız Nyeleni 2011’i takip etmenizi öneririm.

Radikal

Tarık Nejat Dinç: Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi

 

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner50

banner52