Güç ‘perakende’nin midir?

Ekonominin gidişine göre “güç” olgusu devamlı el değiştirmiştir.
Bir zamanlar üreticiler ‘kral’ gibiydi, gel zaman git zaman tüketici ‘hüküm’ sürmeye başlamıştı. Şu anda ise güç “perakende dünyası”nın elinde.
Perakendeciye “kaşının altında göz var” diyebilmek bir meziyetti, hatta yakın geçmişte “tabu” mahiyetindeydi. Öyle ki, “laf” eden “raf”tan alaşağı ediliyordu.
Gıda üreticilerinin perakendecilerle yaşadığı meseleler yavaş yavaş dillendiriliyor. “Bedel” adı altında alınan/ödettirilen rakamlar sayısız gıda üreticisinin canını yakmış, birçoğunun sonu olmuştu.
Bakmayın şimdilerde üreticiyi desteklediklerine dair söylemlerine. Kendi sonlarını hazırladıklarının yeni farkına varmış olacaklar ki, “yerli üreticiyi” destekleyeceklerine dair açıklamalar birbirini takip ediyor.
‘BEDEL’İ HEPİMİZ ÖDERİZ!
Bir tarafta küresel zincirlere karşı duruş sergileniyor, haksız rekabet şartlarından dem vuruluyor, “Perakende Yasası”nın çıkması isteniyor.
Diğer tarafta ise yerel üreticinin canına okunuyor. Raf bedeli, sütlük bedeli, dönem bedeli, katılım bedeli, insert bedeli… “Bedel”ler uzayıp gidiyor.
Gıda yöneticileri tanırım; perakendeci müşterisiyle aynı STK çatısı altında aynı sektör için gece-gündüz mücadele ettiklerini, iş hesap görmeye gelince mahkemeye düştüklerini söyleyen…
Perakende yöneticileri tanırım; her yeni zincir halkasının “katılım bedelleriyle” neredeyse sıfıra yakın maliyetlerle açılabildiğini söyleyen…
Tamam.
Sel gider kum kalır… Biz bize lazımız…
Kabulümdür…
Kurumsallaşma yolunda öğrettiklerini inkar etmeyelim. Ancak, küresel zincirler gelip geçicidir. Kasaya giren para o günün akşamı yurt dışına taşınır. Yatırım yapmazlar, birkaç sosyal sorumluluk projesiyle makyaj yapmakta mahirdirler. Hepsine eyvallah.
GELECEĞE NASIL HAZIRLANIYORUZ?
Yereller bize lazım, kalıcı olanlar onlardır.
Ancak hangi koşullarda bu geçerli olacak? Bize “bizim” ettiklerimizden ne zaman vazgeçeceğiz?
Organize perakende yaygın hale geldiğinde doğan Ayşeler, şimdi 20 yaşında gelinlik kız oldular. Mustafalar hayata atıldılar bile!
Koca 20 yıla ne sığdırdığımızı hangi zaman diliminde sorgulayacağız?
Kalıcı olmak için ne gibi yatırımlar yaptık, geleceğe nasıl hazırlanıyoruz? Yoksa emanetçi markalar oluşturup, vakti geldiğinde karlı satışlar yaparak “emeklilik” hayatı mı yaşayacağız!
Wal Mart’ın eli kulağında, geldi gelecek. Vahşi kapitalizmin acımasız temsilcisi bu dev Türkiye’ye girdiğinde “mart karı” yağmış olmayacak mı!
“Biz ne WalMart’lar gördük” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Unutmayın ki, kazın ayağı hiç de öyle değil!
Kurumsallaşma yolunda aldığınız mesafeyi gözden geçirin.
Reklam ve kurumsal iletişim kültürü bir başka önemli konu. Her ne kadar “değişik” sebeplerden dolayı cironuzun saklı kalmasını isteseniz de, yıllık cirodan reklam ve iletişim giderlerini ayırmanız, markanızın geleceğiyle direk olarak ilgili.
Şu klasik hastalıklarımızdan vazgeçmeliyiz. Kervanı yolda kurmak yerine, handa kurup yola çıkmak yolculuğunuzu daha uzun hale getirir. Hatta ebedi yolculuklara namzet yürüyüşler yapma imkanına kavuşursunuz.
Tercih sizin!
Tedarikçilerinizin ayakta kalması için yapmanız gerekenleri asla göz ardı etmeyin.
Bir taraftan müşteri sadakatinden bahsederken, diğer taraftan müşterilerinize “kaz” muamelesi yapmayın.
Durup dururken ‘bu “kaz” muhabbeti de nereden çıktı’ diyenlere “raf bedelleri”nin faturasının kime yansıdığını sormak isterim.
Yetişmiş eleman istihdamında katettiğiniz mesafeyi sorgulayın.
Bilgiye değer vermelisiniz. Hatta detay bilgiye ağırlık vermelisiniz. Zaman ihtisaslaşma zamanı. Bu anlamda, Ahmet Şerif İzgören’in, “İlgililerin bilgisiz, bilgililerin ise ilgisiz olduğu bir ülkede bilgi ve nitelik fazlasıyla önem kazanır” sözü meramımı anlatır mahiyette.
Evet, eğitimin önemi çok büyük.
Mesela, bir reyon görevlisinin hijyen konusunda elde ettiği birikim hiç yabana atılmamalı. Birikimini diğer ekip arkadaşlarına yansıtması ise müşteri memnuniyetinin finali demek.
Ya da bir kasiyer düşünün; mağaza içerisinde bulunan binlerce ürünü tanımak ve gıda altkültürüne sahip olmak zorunda. Müşteri psikolojisine hakimiyeti olmazsa olmazlardan.
KASADA AYRAN UZMANI MI VAR?
Kısa zaman önce ulusal zincirlerden birisinde yaşadığım hadiseyi sizlerle paylaşmak isterim. Belki konuyu daha iyi anlatır. Son dönem yıldızı parlayan ulusal süpermarketlerden birinin Ümraniye şubesindeyim. Alışverişimi yaptım. Ödeme yapmak için kasada “sıra” beklemekteyim (Bu zamanda insanlara sıra bekletmek ne anlama geliyorsa). Nihayetinde sıra bana geldi, kasiyer hanımefendi ürünleri birer birer okutuyor. Sıra yoğurda geldi, genç kasiyer bayan barkod okutmayı başaramadı. Yoğurdu bu kadar çevirmesinin yanlış olduğu konusunda ikazım oldu. Dinlemek şöyle dursun, azar üstüne azar. Bu arada bizim yoğurt artık ayran oldu; yanından, altından, üstünden, sağından, solundan… Çevirdikçe çevirdi, nafile!
Gerektiği şekliyle “genç kasiyeri” ikaz ettim, olması gerekenleri anlatmaya çalıştım, geç olsa da bir şeyleri anlamış görünüyordu. Ancak, can sıkıcı olan, ‘bu konuda eğitim alıp almadığı’ yönündeki soruma olumsuz cevap vermesi can sıkıcı bir durumdu.
Perakende sektörü tüketiciye bakışını yeniden gözden geçirmeli.
Tüketirken “tükenmemeliyiz” vesselam!
YORUM EKLE

banner50

banner52