Tarım ve gıda alanında dönüşüm

Türkiye’nin gıda güvenliğinin sürdürülebilir bir şekilde iyileştirilebilmesi için tarımsal yapıda etkinliğin artırılması, gıdaya erişimin yükseltilmesi ve uluslararası tarımsal ticarette rekabetçiliğin elde edilmesi önemlidir.

Tarım ve buna bağlı olarak gelişen gıda sektörü, 21. yüzyılın başlarından itibaren yeni bir dönemece girdi. Bu yüzyılda dünya tarımını ve gıda sektörünü şekillendiren temel bazı gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeleri başlıklar halinde şöyle sıralayabilirim:

Dünya nüfusundaki artış eğilimi; Yüksek büyüme trendi içindeki ülkelerde gelir artışı ve buna bağlı olarak talep artışı; Gıdanın insan mı yoksa çevre için mi üretileceği olgusu (Biyoyakıt üretiminin artması); Tarımsal üretimde, özellikle de girdi ve taşımada yükselen maliyetler; Üretimin dışsal olaylarla dalgalanması ve sürekliliğindeki tehlikeler (iklim değişikliği); Küreselleşmeden yerelleşmeye doğru adımlar: Dış ticarette içe dönük uygulamalar ile Tarımsal üretimde verimlilik artışı ve teknoloji geliştirmede yetersiz yatırımlar.

Fiyatlar 2007’den itibaren artmaya başladı
Yukarıda saydığım gelişmeler, tarımsal ürün ve gıda fiyatlarının 2007 yılından itibaren tüm dünyada hızlı bir yükselişe girmesine neden oldu. Artan nüfusla birlikte tarımsal üretimdeki artışa rağmen, mevcut talebin yeteri ölçüde karşılanamadığı görülüyor. Dünya'nın birçok bölgesinde açlık ve kıtlık tehlikesi yaşanmaya devam ederken, nitelikli beslenmede dengeli dağılım sağlanamıyor. Bu durum, günümüzde gıda güvenliğinde kendine yeterlilik yanında erişilebilirlik, kalite ve sürdürülebilirlik gibi alanlarda da sorunlar oluşturmaya başladı.

Türkiye’de tarım
Tarımın, gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri içindeki belirgin yeri ve bu ülkelerin oluşturduğu yeni grupların dünya ekonomisi içinde ağırlıklarının artması, günümüzde tarımsız bir gelişmenin olanaksızlığını ortaya koyuyor. Türkiye’de tarım ve gıda sektörünün, potansiyeli ölçüsünde yeterli gelişme içinde olduğu söylenemez.

Tarım sektörü, Cumhuriyetin ilk yıllarında “üretim artışı” politikalarına odaklı bir yapılanma süreci geçirdi; “kamu üretim merkezleri” ekseninde gerçekleşen reformlarla çiftçi aydınlanması ve kurumsallaşma üzerinde duruldu. 1950’lerle birlikte üretimde teknoloji artışı ile birlikte verimlilik yükselmeye başladı. 1980 sonrası yıllar, tarımda neoliberal düzenin uygulandığı ve iç ticaret hadlerinin aleyhte gerçekleştiği dönem oldu. Bu süreç, gıda sektöründe de dönüşümü kamudan özele yöneltti.

2000’li yıllarla birlikte Türkiye tarımında yeni bir döneme girildi. Bu dönemde uluslararası anlaşmalarla ülke tarımı yönlendirilirken, dışsal politikaların içselleştirilmesi yoluyla uygulamalar düzenlendi. Uygulanan politikaların etkileri, tarımsal üretimden desteklere, dış satım ve teşvik politikalarından dış alım uygulamalarına kadar bütün alanlarda görüldü. Yapısal sorunların olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla tarım mevzuatı değiştirildi; desteklemede havza bazlı modellere geçilirken, hayvancılık destekleri arttırıldı. Islah projelerine önem verilerek kırsal kalkınma yatırım programları uygulamaya sokuldu. Bu arada devlet destekli sigorta uygulamaları ve düşük faiz oranlı kredilerle tarımsal işletmelerin finansman sorununa çözüm aranmaya başlandı. Ancak alınan türlü önlemlere karşın, altyapı sorunları devam etmiş, işletmelerin ekonomik ölçek büyüklüğüne ulaşmaları mümkün olmamış, kırsal alanda bölüşüm-mülkiyet ilişkisi yeterince adaletli/dengeli kurulamamıştır. Çeşitli entegrasyon uygulamaları bile tarım-sanayii ilişkilerini gelişmiş ülkeler düzeyine çıkaramamıştır. Tarımsal yapıdaki örgütlülüğün zayıflığı ve etkin olamayışı, pazar organizasyonlarının yetersizliği ve nihayet uygulamalarda sürekliliğin olmayışını gelişmenin önündeki çeşitli nedenler arasında sayabilirim.

Tarım sektöründe bu dönemdeki yatırımların, sulama altyapısı yanında arazi toplulaştırma, hayvan ve bitki sağlığı ile denetim dahil gıda güvenliği altyapısının iyileştirilmesi gibi alanlara yoğunlaştığını izliyoruz. Ayrıca tarımsal üretimde çevrenin korunmasına yönelik uygulamalara ağırlık verilmeye başlandığını, hassas tarım tekniklerinin yaygınlaştırıldığını ve tarım-gıda zincirinde izlenebilirliğe önem verildiğini görüyoruz.

Ancak tarım sektörü yapısının etkinleştirilmesi için başka diğer yapısal dönüşümlerin de gerçekleştirilmesi, tarım politikalarının tarım sektörünün etkinlik ve rekabetçiliğini arttırmaya odaklı olarak gıda güvenliği konusuna eğilinmesi gerekiyor.

Türkiye son plan döneminde, tarım sektöründe vizyon olarak; “Gıda güvenliğini ve gıda güvenilirliğini esas alan,  bilimsel, güvenilir verilere ve ileri teknolojiye dayalı; örgütlülüğü ve verimliliği yüksek, etkinliği artırılmış bir yapıya sahip uluslararası rekabet gücü yüksek sürdürülebilir bir tarım sektörü” gerçekleştirmeyi hedefliyor.

İngiltere merkezli araştırma şirketi Maplecroft tarafından hazırlanan “Gıda Güvenlik Endeksi 2013” raporuna göre Türkiye, ‘orta riskli ülkeler’ grubunda yer alıyor. Diğer bir deyişle ülkemiz, kısa vadede gıda sıkıntısı beklenmeyen, fakat değişen iklim koşulları ve artan fiyatlarla belli risklerin oluşabileceği ülkeler arasında yer alıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin gıda güvenliğinin sürdürülebilir bir şekilde iyileştirilebilmesi için tarımsal yapıda etkinliğin artırılması, yurtiçinde gıdaya erişimin fiziksel ve ekonomik olarak yükseltilmesi ve uluslararası tarımsal ticarette rekabetçiliğin elde edilmesi önemlidir.

Sektörel gelişme entegrasyonla mümkün
Türkiye’de tarım sektörü, ekonomi içindeki azalan payına rağmen kırsal kalkınma ve gıda güvenliği açısından stratejik konumunu korumaya devam ediyor. Tarımda alt yapının düzeltilmesi, doğal kaynakların etkin kullanılması ve yönetilmesi, etkin örgütlenme düzeninin oluşturulması, ürün değerlendirme ve pazarlamadaki eksikliklerin giderilmesi, tarımsal ürün piyasalarının güçlendirilmesi, gıda sanayi ile entegrasyon/işbirliğinin sağlanmasıyla sektörel gelişmeyi sağlamak mümkündür.

Ayrıca tarımda yönetsel bazda yetki dağınıklığının giderilmesi, tarım alanlarının amaç dışı kullanımının yasaklanması, iklim değişikliğinin olası olumsuz etkilerinin azaltılması için stratejilerin (sulama sisteminde değişim, kuraklık desteği/faiz desteği/borç erteleme, kuraklığa dayanıklı çeşitlerin ıslahı, kuraklığın bir merkezden sürekli izlenmesi, su toplama havzalarında su yönetim birimlerinin kurulması, su transfer planlarının hazırlanması) oluşturulması da önem arz ediyor. Gıda olarak kullanılan ürünlerden biyoyakıt üretimi, kuraklık ve önemli tarım bölgelerinde tarımsal su yetersizliği, lojistik maliyetlerin yüksekliği, toprak ve su kaynakları ile denizlerin, sektör içi ve dışı nedenlerle kirlenmesi sorununu oluşturuyor.

Kırsal alanda değişen demografik yapı nedeniyle genç nüfusun tarıma azalan ilgisi, medya kaynaklı bilgi kirliliği, bilinçsiz tüketim ve israf gibi tehditlere karşı alarm sistemleri oluşturmak, bu dönüşüm sürecinde gereklidir. Ayrıca Türkiye, tarımda dönüşüm sürecinde, teknoloji kullanımını geliştirmeli, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ağırlık vermelidir. Kaynak kullanımını etkin kılan sulama sistemleri, iklim değişiminden etkilenmeyen uygulamalarla birlikte bilişim metotlarının tarıma yönelimi teşvik edilerek sektörel dönüşümde yol alabiliriz.

Aynı zamanda tarımda inovasyon, tarım tekno-parklarında Ar-Ge ve bunların uygulamaya geçirilmesiyle de ekonomide tarımın etkinliğini arttırabiliriz. Gen kaynakları açısından avantajlı konumdayız. Bunu iyi değerlendirmeli, gıda üretiminde markalaşmalı ve özgün nitelikli ürün geliştirme olanaklarını kullanmalıyız. Böylece arz güvenliği yönüyle iç talebi karşıladığımız gibi dış pazarları da değerlendirebiliriz.

Son yıllarda tarım ve gıda sektörüne yönelik gerek reel sektörün gerekse finans sektörünün ilgisinin artmasını, tüketici bilincinin ve gelirinin artması sonucu gıda tüketim alışkanlıklarının değişmesini, potansiyel dış pazarlara yakınlığımızı, aktif nüfus içinde genç nüfus varlığımızın yüksek oranını, tarımsal yapıdaki etkinliği arttırmak suretiyle hem sorunların çözümünde hem de gıda güvenliğini sağlamada fırsat olarak görmeliyiz.
gidahattı.com

YORUM EKLE

banner50

banner52