İngilteredeki market ve doğal tarım incelemelerimizin bu son yazısında üretim ve fiyatları irdeleyeceğiz. Bizim üretime yönelik gördüğümüz örnek yer tamamen doğal üretim yapan bir küçük çiftlik olan Low Sizergh Barndı (www.lowsizerghbarn.co.uk). Ancak ülke geneline bakıldığında bütün arazinin serbestçe dolanan, daha doğrusu başlarında ne çoban ne köpek bulunan koyun ve ineklerle dolu olduğunu görüyorsunuz. İngilizlerin bu kadar doğal bir üretim modelini benimsenmiş olması şaşırtıcı değil, zira hatırlayacaksınız bundan yaklaşık 25 yıl önce ortaya çıkan deli dana hastalığı yaklaşık 4.5 milyon sığırın itlaf edilmesiyle sonuçlandı. Hastalığın ortaya çıkışı özellikle büyük baş hayvanlara bir önceki jenerasyondan kalan kan, kemik, sakatat gibi artıkların yem olarak yedirilmesine bağlandı, yani düz mantıkla böyle bir sorun yaşanabileceği öngörülememişti. Prion hastalıkları olarak da adlandırılan bu nadir hastalık insanlara da bulaştı. Aradan geçen zamanda hastalığın insanlarda tekrar görüldüğü bildirilmedi. Bizim ülkemizde son yıllarda bildirilmiş tek vaka var, bir ikincisi ise kişisel bilgi kaynaklarımızda yer alan, birkaç yıl önce tanı konmuş, ancak bildirilmemiş bir vakadır.
Doğal ürünün anahtarı: Küçük yerel çiftliklerİngilizler olasılıkla bu durumdan yeterince ders almış olacaklar, yeme dayalı besiciliği terk etmiş görünmekteler. Ülke coğrafyası gereği zaten yeşil, otlak bol. Ziyaret ettiğimiz Low Sizergh Barnda da bir ahırda olması gereken rümen kokusunu en saf haliyle bulabiliyoruz. Yumurtalık tavuklar gerçekten serbest dolaşıyorlar, konuştuğumuz çalışan da 500 tavuğun günde 350 civarında yumurta verdiğini tahmin etti. Ancak asıl şaşırtıcı olan şu ki, bu küçük çiftlik yerleşim bölgesinin hayli dışında olmasına rağmen ürünlerini sadece kendi satış bölümünden aracısız pazarlayarak rahatlıkla ayakta kalabilmekte, yani gerçek bir talep söz konusu. Küçük, ama kendini geçindiren çiftlik modeli, ülkemizde desteklenen ve özendirilmeye çalışılan büyük üretim birimleriyle tamamen çelişmekte. Üstelik İngilterede marketler sattıkları ürünleri küçük çiftliklerden yerel olarak temin etmekte. Bu yaklaşım yerel üretimi teşvik etmekle kalmamakta, işleme ve dağıtımda ortaya çıkan raf ömrü ve lojistik maliyeti de asgari düzeye indirmekte. Oysa daha geçen aylarda Güneydoğu Anadoluda yerel üretim yapan iki süt tesisinin büyük endüstrinin alana girmesiyle nasıl kapandığını bizatihi işin sahibinden dinledik. Bir ülkede insanların barış ve refah içerisinde yaşayabilmeleri devletin sorumluluğuysa, Türkiyenin bu özelliğini artık kaybettiğini hepimiz biliyoruz. Serbest rekabet ticaretin önemli bir parçasıdır, ama bozulmaz süt, yoğurt ve ayran benzeri şeyler kanunen üretilebiliyorsa, rekabet diye bir kavramın kalamayacağını, küçük üreticinin, köylünün ve esnafın büyük endüstri ve marketler tarafından silindir gibi ezileceğini artık anlamak zorundayız.
Doğal üretim ucuz market kavramını engelliyor
Ve gelelim fiyatlara. Ülkemizdeki fiyatları siz benden çok daha iyi biliyorsunuz, TL olarak vereceğimiz bu rakamları karşılaştırırken dikkate almanız gereken en önemli unsur İngilterede haftada üç gün çalışıp en az parayı alan birinin bile cebine yılda 15 bin pound (45 bin TL) geçtiği olmalıdır. Geçen hafta söylemiştim, UHT uzun ömürlü süt zaten bulunmamakta. Günlük sütün marketlerdeki litre fiyatı 2.7-2.9 TL arasında, organik etiketi varsa 3.6 TLye kadar çıkmakta. Buna karşılık İngilterede her sabah kapıya bırakılan sadece pastörize edilmiş kırmızı kapaklı şişe süt de yaygın olarak tüketilmekte. Bunun 350 ml şişe fiyatı ise 7.5 TL (rakam iki kez doğrulatıldı). Kırmızı et kilo fiyatı yaklaşık...
Tamamını okumak için tıklayın