Gidavitrini.com.tr - Güvenli gıda, tarım ve güncel gıda haberleri

Biyokorsanlara karşı savaş

Dünya

Dünyanın çeşitli bölgelerinde yerli halkların yüzyıllardır kullandığı bitkilerden yeni ilaçlar geliştiren ve bunların patentini alan şirketler biyokorsanlıkla suçlanıyor.

Amerikan DuPont şirketi 2000 yılında Avrupa Patent Dairesi'nden, yağ ve yağ asidi oranları belli bir seviyenin üzerinde olan tüm mısır bitkilerinin patentini aldı. Ancak bu gelişme, bu mısır türlerinin çok daha uzun geçmişi olduğunu savunan başta Meksika hükümeti ve çevre örgütü Greenpeace olmak üzere, birçok ülke ve sivil toplum örgütü tarafından eleştirildi.

“Biyokorsanlık” tartışmaları çok yeni değil. 1995 Mart’ında Mississippi Üniversitesi'nden Hint kökenli iki araştırmacı yara tedavisinde kullanılmak üzere, genelde baharat olarak da bilinen “zerdeçalın” patentini aldı. Hindistan Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Konseyi ise zerdeçalın ülkede yüzyıllardır yara tedavisinde kullanıldığı gerekçesiyle ABD Patent Dairesi'ne dava açtı ve kazandı. Böylece zerdeçal ile ilgili patentler iptal edildi.



Biyoçeşitlilik Sözleşmesi

2010 ekim ayında ise Nagoya Protokolü, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ne dâhil edildi. Devletler hukukuna göre bağlayıcılığı olan bu anlaşma, bitkisel kaynakları tarih boyunca kullanmış olan yerli halkların haklarını korumayı amaçlıyor. Ancak “Tüm Dünya İçin Ekmek - (Brot für die Welt)” adlı Alman yardım örgütünden Sven Hilbig, bu anlaşmanın imzalayan ülkelerin çoğunda henüz onaylanmadığına, yasalaşmadığına dikkat çekiyor.

Hilbig, “Devletler arasında imzalanan anlaşmalarda şöyle bir sorun var: Ülkeler aralarında anlaşmaya varıyor ama asıl sonrasında bu anlaşmanın ulusal mevzuata aktarılması, ulusal alanda hayata geçirilmesi gerekli. Bu gerçekleşmeyince şikâyet için başvurabileceğiniz bir makam ise yok” diyor.

Bu suçlama Nagoya Protokolü'nün altında imzası bulunan Avrupa Birliği ülkelerine de yönelik. Dünya çapında protokolü ulusal mevzuatına geçiren ülke sayısı sadece 15 ve bunların arasında Avrupa Birliği'nden tek bir ülke yok. Nagoya Protokolü'nün küresel bağlayıcılığının olması için ülke sayısının en az 50 olması gerek.

Sivil toplum örgütleri Nagoya Protokolü AB'de uygulansa bile, bunun biyokorsanlığın tam anlamıyla önüne geçemeyeceği kanısında. Zira protokolün uygulanmasına ilişkin hazırlanan yönetmelik taslağında eksikler olduğu vurgulanıyor ve örneğin patentlerin verilmesi konusunda bir yenilik içermediğine dikkat çekiliyor.

Tüm Dünya İçin Ekmek örgütünden Hartmut Meyer, her patent başvurusunda söz konusu ilâcın ihtiva ettiği yeni maddelerin nereden geldiğinin açıklanmasını ve adil ve yasal yollardan elde edildiklerinin kanıtlanmasını talep ediyor.

Meyer sözlerini şöyle sürdürüyor: “Biyokorsanlıkla mücadelede başarı iki faktöre bağlı. Önce bu tür yasaların ve bu yasalara uyulmasının ne kadar başarılı olacağına… ve de tüketicinin bu sorun hakkında ne kadar bilinçleneceğine bağlı.”



Biyokorsanlıkla mücadele

Dünyanın çeşitli ülkelerinden sivil toplum örgütlerini çatısı altında buluşturan Üçüncü Dünya Ağı (TWN) adlı kuruluştan Yoke Ling Chee de atılması gereken adımları şöyle dile getiriyor:

“Kalkınmakta olan ülkelerde daha faal hale gelmemiz gerek. Ayrıca tüketicileri bilinçlendirmemiz lazım ki biyokorsanlığın söz konusu olduğu ürünleri bilsinler. Bu konuda daha yapmamız gereken epey iş var.“

Biyokorsanlık ile nasıl başarılı bir şekilde mücadele edilebileceği konusunda iyi bir örnek hâlihazırda mevcut. Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi kapsamında yer alan ve genetik kaynaklara erişim ile yarar paylaşımını güvence altına almayı amaçlayan bir mekanizma sayesinde, belgelenmiş geleneksel bilgiler bir lisans karşılığında kullanıma açılabilir. Böylelikle yerli halklar bilgilerinin kullanımından kazanç sağlayabilir. Bu yönde çabalar özellikle Hindistan’da epey ilerlemiş durumda. Ülkede şifalı bitkiler hakkında “Geleneksel Bilgi Dijital Kütüphanesi” adıyla kurulmuş bir veri bankası mevcut.

Deutsche Welle Türkçe

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.